şansını mı denemek istiyorsun? öyleyse, rastgele bir yazıyı okumaya ne dersin?

Memleketten uzakta yaşamak tuhaf bir his. Ne tam ait hissediyorsun olduğun yere, ne de kopabiliyorsun geçmişinden. Ama bir yandan da bazı şeyler insana gerçekten iyi geliyor. Her şeyin bir düzeni var mesela. İnsanların birbirlerine, çevreye ve özellikle kurallara saygılı olması…

İtiraf etmeliyim ki, güneşin bu kadar nadir görülmesi de benim gibi güneş alerjisi olan biri için adeta bir lüks. Türkiye'de son yıllarda, baharda bile dışarı çıkınca eve perişan dönüyordum. Buradaysa bulutların altında yavaş yavaş, acele etmeden, tatlı tatlı yanmamak o kadar kıymetliymiş ki… İnsan bazı şeylerin değerini geç fark ediyor. :_)

Elbette her şey toz pembe değil. Özlem de bolca var.Anne-baba özlemi başka, dostlarla saçma sapan kahkahalara boğulmak bambaşka… Sesli mesajla kahkaha paylaşılmıyor. Göz göze bakmadan dert anlatılmıyor.


devamını oku>>

Dedim ki kendi kendime… Ben, o süt bardağının içindeki fareyim. Hani şu, boğulmamak için sürekli çırpınan; ve sonunda, çabasıyla sütü kaymağa çeviren, sonra o kaymağın üstüne çıkıp bardaktan kurtulan fare.

 
Hayatın da bundan çok farkı yok aslında. Bir yere kadar çırpınıyoruz işte, boğulmamak için, batmamak için. Biraz yalnızlıkla, biraz stresle, biraz belirsizlikle uğraşıyoruz. Kimimiz vazgeçiyor, kimimiz daha da sert çırpınıyor. Ama o kaymak kolay olmuyor; zor zamanlardan, sabahlara kadar açık kalan gözlerden, kendine bile söyleyemediğin düşüncelerden geçiyor.


devamını oku>>


Amado Nervo'nun  "Barış İçinde" şiirini çok severim. Kendi kaderimizin mimarı olduğumuzu çok güzel anlatıyor. Yaşamın kendisiyle bir problemimiz yok, aslında çoğu zaman en büyük problemimiz kendimizle. Şiirde olduğu gibi, hayat bize her zaman her şeyin en güzelini sunmuyor. Zamanın içinde kaybolurken bazen düşüp bazen kalkıyoruz. Ama her düşüş, aslında bizi yeniden inşa ediyor. Acılar, kederler, hatta yaşlılık… Bütün bunlar, hayatın bir parçası. Ve hepimizin yolunda karşılaştığı o inişli çıkışlar, belki de bize en çok kim olduğumuzu hatırlatıyor.



devamını oku>>

Zamanın herkes için aynı şekilde aktığını söyleyebilir miyiz?   "Takvim düzeni herkes için aynı olsa da, zaman herkesin içinde başka ilerler" kimin söylediğini bilmiyorum ama bu söze fazlasıyla katılıyorum. Yaşadığımız her şey, hayatın akışında bizi bambaşka birine dönüştürüyor. Acılarımız, sevinçlerimiz, kayıplarımız, kazançlarımız… Derken zamanın içinde yoğruluyor, değişiyoruz. Ama bazen de zaman, sanki hepimize farklı oyunlar oynuyor; aynı an içinde birileri kahkahalar atarken, bir başkası derin bir sessizliğe gömülebiliyor.  "Olmaz" dediğimiz şeyler oluyor, "Yapmam" dediğimiz şeyleri yaparken buluyoruz kendimizi. Bir an neşeyle dolarken, bir başka an içimize oturan bir taş gibi hissizleşiyoruz. En acısı da ne biliyor musunuz? İçimizde yaşadıklarımızı bizden başka kimse bilmiyor. Yüzümüzde bir maske, hayatın içinde dolaşıyoruz. Peki, tepkisizleşmek bir savunma mekanizması mı, yoksa insanın içten içe çürümesi mi?  


devamını oku>>

"Muhteşem Gatsby"yi yeni bitirdim ve bence bu, klasik "zengin kız fakir oğlan" hikayesinin daha lüks, daha parıltılı ve daha dramatik bir versiyonu. Hani o hepimizin bir şekilde denk geldiği senaryolar vardır ya: fakir oğlan zengin kıza aşık olur, yollarına türlü engeller çıkar... İşte buradaki fark şu: Gatsby’nin hikayesi helikopter pistleri, dev malikaneler ve görkemli partilerle süslenmiş.  Ama sonuç yine hüsran!  :_)

Jay Gatsby, gözümüzün önünde modern bir masal kahramanı gibi çiziliyor. Zenginliğini, koca bir “Daisy’ye ulaşabilme çabası” üzerine kurmuş. Tüm o şatafatlı partiler, renkli ışıklar, en son moda kıyafetler... Sanki her biri “Bak Daisy, her şey senin için!” diye bağırıyor. Ama Daisy, zengin koca kontenjanını çoktan doldurmuş bile.:_) Üstelik bu kontenjandaki şahıs, Tom Buchanan. Nefret etmesi kolay ama her fırsatta kazanan bir tip.  


devamını oku>>

 
Ziptime