şansını mı denemek istiyorsun? öyleyse, rastgele bir yazıyı okumaya ne dersin?

Beni tanıyanlar bilir. Etimolojiye oldum olası merakım vardır. Kelimelerin kökenlerini öğrenmek, nasıl evrildiklerini görmek bana nereden geldiğimizi, hayatta her şeyin değişebileceğini anlatıyor. Bence kelimeler, aslında insanlığın hafızasıdır. O yüzden zaman buldukça bu konuda kitapar okuyorum.Bugün elimde yeni bir kitap var: "Kelimelerin Dünyasında Gezintiler."
Bugün biraz “tuz”dan, biraz da “despot” ve “diktatör” kelimelerinden bahsedeceğim. İlk bakışta alakasız gibi duruyor ama inan bana, bir tuz nelere kadir, şaşıracaksınız. :)

Avrupa dillerinde tuz kelimesi neredeyse aynıymış: İngilizce salt, İtalyanca sale, Almanca Salz. Hepsi Latince sal’a dayanıyormuş. Daha da kökene inildiğinde, Hind-Avrupa dil ailesindeki sal kelimesinden geldiği söyleniyor.

Türkçe “tuz” ise Kâşgarlı Mahmud’un sözlüğünde geçiyormuş. Yani en az bin yıldır biz bu kelimeyi aynı şekilde kullanıyormuşuz.

Ama iş bununla kalmıyor. Tuzun bilimsel dille buluştuğu bir yer daha varmış: Yunanca "hal". Buradan “halojen” kelimesi türemiş; yani madenlerle birleştiğinde tuz oluşturan elementler. Kimyaya bile tuz düşmüş!
En ilginçlerinden biri de “salata”. Eski Romalıların çiğ yeşillikleri tuzlu suyla terbiye ettikleri ve buna herba salata(tuzlanmış sebze) dedikleri aktarılıyor. Bizim soframızda “salata” hâlâ başrolde. Ama işin enteresan tarafı, Türkçeye İtalyancadan geçen “salata”yı alıp “salatalık” gibi yepyeni bir kelime icat etmişiz. Halbuki sebzenin adı hıyar. Belli ki biz hıyara hıyar demek istememişiz, biraz kibarlaştırmışız. Üstüne bir de argodaki kullanımlar eklenince mesele daha da karışmış.

“Salamura” da çok eski bir kelimeymiş. Latinceden İtalyancaya, oradan Türkçeye geçmiş; balık, peynir, zeytin ya da asma yaprağını tuzlu suda saklama işine de, o suyun kendisine de “salamura” denirmiş. Öyle yaygınmış ki, Arapçadan Rumcaya bütün Akdeniz dillerinde var; hatta 11. yüzyıl İngilizcesinde bile geçtiği söyleniyor.

“Salça” ise İtalyanca salsadan geliyormuş. Yunancada saltsa, Rumcada “salça” diye okununca bizde de bu şekilde yerleşmiş. Normalde salsa da sauce da aynı şey: yani “sos”. Ama Türkçede iş tersine dönmüş: “salça” sadece domates ve biber ezmesine sıkışmış, “sos” ise 1970’lerden itibaren ithal kelime gibi sofraya girmiş. Eski yemek kitaplarında bugün “sos” dediğimiz karışımlara da “salça” denirmiş. Refik Halid Karay’ın 1954’te “salata sosu”na “salça” demesi bunun güzel bir örneğiymiş.

Sonuçta aynı Latince kökten iki kelimeyi bölüp ayırmışız. İlginç olan şu: “salça” Anadolu’nun en ücra köşesine kadar kökleşmiş, yerli gibi olmuş; “sos” ise hâlâ biraz yabancı duruyor.

Asıl güzel tarafı ise kelimelerin gerçek hayatta bıraktığı izler. Roma İmparatorluğu’nda tuzun o kadar değerli olduğu, askerlerin maaşının tuzla ödendiği anlatılıyor. Bu “tuz parası”na salarium denirmiş. Zamanla anlam genişlemiş ve bugün İngilizce salary, yani maaş, hâlâ o tuzun izini taşıyor. Düşünsenize: 2000 yıl önce Roma lejyoneri eline bir torba tuz alıyormuş, biz bugün banka hesabımıza birkaç satır dijital sayı görüyoruz. Ama ikisinin de adı aslında aynı: salarium. Yani hâlâ tuz parasıyla geçiniyormuşuz:_)

Günlük hayatımızda fark etmeden kullandığımız onlarca kelimenin kökeninde "tuzun" izi varmış. Bazen sofradaki bir salata, bazen bir kavanoz salamura, bazen de ay başında banka hesabımıza yatan maaş… Hepsi aynı kaynaktan besleniyormuş.  O yüzden etimolojiyi seviyorum.. Ve de buraya kadar okuma zahmetine girenlere Esin Engin'den Seven ne yapmaz adlı şarkıyı armağan etmeyi bir borç bilirim :_)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Ziptime