Yeni bir yaş neyle başlar? Takvimdeki herhangi bir günü kutsallaştırmanın ne anlamı var, hep bunu düşünürüm. Hani doğum günü diye bir gün var, herkes aynı anda mesaj atar, pastaya mum dikilir falan… Ama bir yandan da içten içe hep şu soruyu sorarım: Gerçekten bugünü kutlamamızın sebebi ne?
Zamanında Bir Çift Yürek diye bir kitap okumuştum, Aborjinlerle ilgili. Kitapta şöyle bir şey diyordu: Aborjinler diğer insanların neden doğum günü kutladıklarını anlayamazmış. Onlara göre yaşlanmak zaten kendiliğinden olan bir şeymiş, kutlamaya gerek yokmuş. Asıl kutlanması gereken şey, geçen yıla göre daha iyi, daha bilge biri olabilmekmiş. Ve o özel günü de kimse senin yerine belirlemezmiş; ne zaman daha iyi biri olduğunu hissedersen, o gün senin doğum gününmüş. Bunu okuduğumda içimden “Bu işte ya!” demiştim.
Bana da bu çok mantıklı geliyor aslında. Kendinin en iyi versiyonuna ulaştığın her gün, doğum günü gibi.
Tabii böyle düşündüğünü söyleyince “O zaman pasta da yok mu?” gibi bakışlar geliyor hemen. Yani batılı tarz kutlamaları istemiyorsun diye bu kutlamadan kaçabildiğin anlamına da gelmiyor tabii. :_) Ama insan yine de bir yaşın daha hakkını gerçekten vermek istiyor. Pasta olmasa da olur, ama bir “iyi ki” hissi varsa, tamamdır.
Ama bazen de sadece doğum günüdür işte. Mumları üflerken tuttuğun dilek, sevdiğinin omzuna başını koyduğun o an, belki de ciğerlerine çektiğin taze bir nefes...
Bir yaş daha almak garip bir duygu. Neşeyle karışık bir tedirginlik. Yani “İyiyim ama kaç oldu artık?” gibi. Ya da “Kendime hâlâ şaşırabiliyorum ya, helal olsun,” gibi.
Ama bu sene bir şeyi fark ettim: Yeni bir yaş, gerçekten sevdiğin insanlarla kutlandığında bir başlangıca dönüşüyor.
Öyle büyük partilerden bahsetmiyorum. Bazen bir masanın etrafında kahkahayla içilen bir kahve, bazen iyi pişmiş bir yemek, bazen sadece “İyi ki doğdun” diyen bir mesaj. Neşe, bulaşıcı bir şey. Hele ki sevdiklerinle yaşandığında, ilaç gibi.
Ve sağlık…
Genelde yokluğu anlaşılır ya, ben artık varlığına da şükretmeyi öğreniyorum. Sabah kalkıp yürüyebildiğime, kahve kokusunu hissedebildiğime, hiçbir yere yetişmem gereken bir sabaha uyanabildiğime.
Yeni bir ülkede olmak, bazen baştan bir hayat kurmak gibi.Sokak adlarını ezberlemek, toplu taşımada kaybolmak, markette süt ararken üç kez yanlış reyonu gezmek…Ama zamanla fark ediyorsun: Yeni bir “sen”i de öğreniyorsun.Sevdiğin şeyleri de yanında getiriyorsun elbet. Mesela sabah kahvesi, Beşiktaş transfer haberleri, annenden öğrendiğin salçalı yemekler…Ama sonra bir bakmışsın, burada da yeni şeyler sevmeye başlamışsın. Nehir kenarında yürüyüşler, yoldan geçenlerin “Good morning” selamı, pazar sabahı sessizliğinde bir açılıp bir kapanan güneş...Hepsi yeni hayatının parçası olmuş.
Yeni yaşımı kutlarken düşündüğüm şey şu oldu:Her şeyin illa değişmesi gerekmiyor. Ama bazı şeyleri başka bir gözle görmeye başlamak yetiyor.Kendini daha az yargılamak, geçmişe daha az takılmak, geleceği biraz akışına bırakmak... Hayatını dolambaçlı yollara sokmamak.
Velhasıl, yeni yaş…
Yeni bir yaşam mı, bilemiyorum.
Ama iyi ki hâlâ kahkaha atabiliyoruz, iyi ki hâlâ sevecek şeyler çıkıyor karşımıza.
Ve iyi ki, hayat tüm iniş çıkışlarıyla hâlâ yaşamaya değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder