Son yıllarda “kaliteli insan” denince akla ilk gelen, üzerimizde taşıdığımız markalar, taktığımız saatler ya da arabamızın modeli oldu. Kısacası, insanın değeri "para" ile ölçülür hale geldi. Ancak bu gerçekten doğru bir ölçüt mü? Hazreti Mevlana’ya atfedilen “İnsan, kıyafetiyle karşılanır, karakteriyle uğurlanır” sözü, bu konuda çok gerçekçi bir bakış açısı sunuyor. İnsan, kendini birey olarak topluma kabul ettirirken statüsünden, pahalı çantasından ya da arabasından bağımsız değerlendirilmeli. Ne yazık ki başka bir yanılsama da burada devreye giriyor: Bu statü sembollerini satın aldığımızda, onların mutluluk kaynağı olacağını düşünmek.
Hepimiz zaman zaman bu yanılgıya düştük. Pahalı bir çanta, gösterişli bir araba… İlk başta iyi hissettirdi belki, ama sonra? Anladık ki bu tatminler geçici. Çünkü mutluluk ya da kabul görmek yalnızca sahip olduklarımızla değil, kim olduğumuzla ilgilidir.
Elbette lüks harcamalar, kazançla orantılı olduğu sürece doğal karşılanabilir. Ancak bu harcamalar sadece başkalarına göstermek, bir “Bak, artık ben de buradayım!” mesajı vermek için yapılıyorsa, asıl sorun işte burada başlıyor. Kimisi lüks restoranlarda çatal bıçakla dans eder, kimisi en pahalı markanın logosunu görünür bir yerden sallandırır. Çocukken yediğimiz bayat ekmeklerin intikamını sanki havuzlu villalarla alıyoruz. Ama o villada otururken de bir huzursuzluk başlıyor: “Şimdi daha fazlası lazım!” İşin ironisi şu ki, tüm bu şatafat dışarıdan mutluluk gibi görünse de, içeride derin bir boşluk yaratıyor.
Toplum ise parayı ve statüyü, insanın değerinin önüne koyuyor. Artık ne söylediğimiz değil, kimin söylediği önemseniyor. Özellikle son dönemde sosyal medya hayatlarımızı esir almış durumda. Sosyal medya fenomenleri, lüks tatilleri, pahalı kıyafetleri ve gösterişli sofralarıyla tüketime olan iştahı körüklüyor. Ancak trajikomik olan şu ki, bu “hayali mükemmel hayatı” pazarlayanların çoğu, kendi iç dünyalarında büyük bir tatminsizlik ve mutsuzluk yaşıyor. Kendi açıklamalarında bile bu yaşam tarzının getirdiği yalnızlığı ve mutsuzluğu itiraf ediyorlar. Çünkü bu tüketim çılgınlığı, daha fazlasını istemeyi ve hep daha büyük görünmeyi gerektiriyor. Ancak o parıltılı imajların arkasında bir boşluk olduğu çok açık. Gerçek mutluluk, bir fotoğraf karesine sığdırılabilecek kadar yüzeysel değil; içten gelen bir huzuru barındırmalı.
Bir an durup düşünmek gerekiyor: “Ben kimim? Sahip olduklarım mı, yoksa değerlerim mi beni tanımlıyor?” Aslında cevap hepimizin bildiği kadar basit: İnsan, sahip olduklarından çok daha fazlasıdır. Gerçek mutluluk ise başkalarının gözünde parlamak değil, kendi içimize dönüp orada huzur bulabilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder